20091216

PP

20091208

Arkada Duranlar

Akşam eve gelmişsiniz, haberleri izliyorsunuz. Bir bakan ya da herhangi önemli bir şahıs. Arkasında ilgili ilgisiz kişiler. Bazen okul müdürü, arkasında öğretmenler. Şirketin patronu, arkasında onun altındaki yöneticiler.

Maçtan sonra canlı yayına giren muhabirler, yakaladıkları yönetici, futbolcu veya antrenörlerle röportaj yaparlar, arkada ilgili ilgisiz kişiler. Futbolcuların röportaj sırasında birini bekliyormuş gibi etrafa bakınmaları, suratlarıyla saçlarıyla oynamaları da ayrı bir mevzu. Bi sakin ol abi, röportajı yapan muhabirin yüzüne bak konuşurken. Amerikan ekolunu isteyen yok senden, onlarda adamlar iki kişi üç kişi diziliyor, kameraya doğru bakarak birbirleriyle konuşuyorlar. Bizim daha samimi programlarda, koltuk vardır rahat, önünde masa sehpa vardır çayını koysun adam ev salon ortamı, muhabbeti gibi. Nereden nereye geldim bu arada.

Sokakta röportaj yapılıyordur, arkada ilgili ilgisiz kişiler. En kolay arkada duran kişi olma yolu da bu zaten. Uzakta bir mikrofon veya kamera gördüğü anda yaklaşır bunlar. Arkadan laf atarlar falan, muhabbete girmeye çalışırlar. Ünlü kişinin arkasında anca bakarlar, sporcuysa bu ya da sporla ilgili biri, el kol sallar yine de, siyasetçide yemez. Ama muhabirin biri sıradan bir vatandaş ile röportaj yapıyorsa oooh maden maden. O arkadan laf atarken yüzündeki ifade, kaç yaşındaysa o kadar yıllık birikimini orada kameraya atacağı bir kaç cümlede ifade etme arzusu.

Nerden geliyor bu arkada durma merakı? Politikacının, patronun arkasında durma merakı, güce tapma, arkasına sığınma, beklenti içinde olma. Ünlü bir kişinin arkasında duranlar, kendileri bir şey başardıklarına veya başaracaklarına inanamıyorlar, başkalarına hayran oluyorlar. Belki onlar daha çok şey yapmıştır hayran olduğu kişilerden, veya yapabilirler, ama inanmıyorlar. Sokak röportajlarına karışanlar, kurtuluş o kasede kaydolmakta mı, televizyonda hareketliğğğ fotoğrafınığğğz yayınlanınca güzel mi oluyor.

20091202

Yeni Nesil Magazin




Twitter değil de nedir? Uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Herkes de az ya da çok magazin ile ilgilenir.

20091119

Random Beyin V

- Kiske ninni söylesin dinlenir be! demişim. Dinlenir ama.

-
oktoberfest istemişim, istenmez mi? Şimdi buraya fotoğraf koyup medya klişesindeki artistliğimi de gölgelemek istemiyorum ama. Oktoberfest ile ilgili de bir komedi filmi izlemiştim, adı neydi unuttum. Biri daha var belki hatırlıyordur, burayı okuyorsan söyle.

-
bir şirkette çalışmak ev kiralamak gibi, geçici (hayır gaza gelip kendi işimi açmayacağım)

-
Ahmet Hakan'ın twitter'ını bulun. Takip ettiği kişilerin çoğu dişi, ben bakmaktan sıkıldım yarısında çıktım artık. Her yaştan, genelde 35 falan altında yaştan, bir sürü kız var. Yanlız mısınız, kız mı istiyorsunuz, internet iyi bir yol diye mi düşünüyorsunuz? Ahmet Hakan'ın following listesine bir göz atın.

- Hakiki Rumeli revanisi, tulumbası, mis. Leziz. Enfes.

-
Facebook'ta herkes Türk bayrağının hayranı oluyor, ben de Arnavut bayrağının hayranı oldum.

- Negüzelhaber'de yazıyorum, Majesty.

- Grup Heyra diye bir grubu izledim. Anlatmayayım en iyisi buraya koyayıp yatayım;

http://www.youtube.com/watch?v=hmLBpYQQgxM

20091112

Beren Saat

Ulan, bir kere de Hürriyet'e baktığımda şu kız ile ilgili bir bölüm görmeyeyim! Beren pişman, Beren seksi, Beren yalanmak istiyor... Ayşegül serisi gibi oldu Hürriyet Beren serisi. Hayır ne güzel geliyor bana, ne oyunculuğu iyi geliyor. Hatırla Sevgili'de izlemiştim, hem oynadığı karaktere gıcıktım, hem de oyunculuğuna. Bütün ağlama sahnelerinde güneş gözlüğü takardı. Ne sunulanı yeme meraklısı milletiz ya, güzel kız görmedik sanki.

20091111

Üzgün Kaslı'nın Serüvenleri


Uzun zamandir dikkat cekmekte bu abimiz... Bugunku Hurriyet'te yine arz-i endam etmekte:

http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/12912127.asp?gid=245&hid=12912127


20091106

Twitter Peek


Twitter'ı bilmeyen yoktur, en azından blogspot'u bilip de burayı bir şekilde bulanlar mutlaka biliyordur. Twitter Peek diye bir alet çıkıyormuş satışa, istediğiniz her yerden tivitleyebileceksiniz falan. Benim de Twitter hesabım var, yarısı meşhur 9 kişiyi (4,5 oluyor gerçi) takip ediyorum beni takip eden de 6 kişi. Ara sıra girip kendi kendime yazıyorum bir şeyler orada. Belki ileride 100 tane takip eden olur beni aktif olurum orada süper saatler geçiririm twitter süper derim de bu ne ya? Bu ne lafından kastım, bu aletin fiyatı 200 dolar. Yani sadece dışarıdayken de, ben şuradayım buradayım bunu yapıyorum diyip kim ne yapıyor hangi ünlü ne demiş demek için 200 dolar. Zaten bu siteyi meşhur yapan da ünlü kişilerin de içinde yer alması. Geçenlerde bir sporcu sakat diye bir deplasmana gitmediği haftasonu "şu anda x yerdeyim" diye tivitleyince kendini ele vermişti. Böyleyken böyle.

20091030

Bir Medya Klişesi II

Daha önce sağlık haberleri ile ilgili seçilen resimlerden bir örnek verip buraya koymuştum, aslında her gün ona benzer haber-fotoğraf ikilisi çıkıyor internet medyasında(ve yazılı basında da) ama bugün Hürriyet'te rastladığım haberi farklı yerlerde ufak bir araştırayım dedim. Birkaç dakikalık google aramasına haber sitelerinde, aynı habere karşı şu fotoğraflar çıktı; Haber de pepsi sekreterinin 1.2 milyar dolarlık hatası bu arada. Evrakları unutmuş da, davadan haberdar olmamışlar, 1.2 milyar dolar tazminat cezası almışlar, bu da ayrı bir mevzu aslında nasıl oluyor da oluyor denecek cinsten.





Son fotoğraf Milliyet internet sitesinden, biraz daha insaflı olmuş gibi gözükebilir fakat aynı mesajı veriyor. Cinselliğin tabu olmaması gerektiğini düşnürüm, fakat seksist yaklaşımdan nefret ediyorum.

not : En iyisi ilki, hönk derseniz buna başka bir konuda devam edeceğim.

20091021

Random Beyin IV

- Vodafone reklamlarında, benim izlediğimde yani, Nikah masası şarkısı çalıyor. İyi güzel de, reklamın sonuna öyle bir koymuşlar ki, böyle hem o kesime hitap edeyim hem kurumsal kimliğim ortaya çıksın diye gayet smooth(?), düz bir şekilde markayı o müziğin içinde ayrı bir sessizlikte koymuşlar. Müzik çalıyor ama sessiz o an. Ne diyorum lan ben?

- Pes2010, Nba 2k10 çıktı. FM2010 çıkacak. Bir de CoD Modern Warfare 2 var Kasım'da. Ama gönül Civilization V'i ister. Ne zaman yapacaksınız lan? Hala IV'ü oynuyorum, oyunun ilk kodları yazılalı muhtemelen 6 sene falan olmuş, çıkalı 4 sene, en son expansion pack'i 2 sene falan olmuş. Orada burada sitelerde yeni oyun için TBA yazıyor. Var yani olacak öyle bir oyun da.Yapın be.

- Kuzenim IT Crowd diye bir dizi verdi bana, adından da anlaşılacağı gibi bir bilgi işlem (aslında bilgi teknolojileri de hala bilgi işlem deniyor bizde, sanki veri giriyoruz anasını satayım siz giriyorsunuz lan amele gibi biz onları yönetiyoruz) departmanında geçiyor, komedi, İngiliz. İngiliz komedilerini severim. Fakat paragrafın yarısı parantez içinde kalmış. Bir video kesme programı bulacağım sadece IT Crowd'dan sahneler almak için, bomba şeyler var.

- Bir yerde dünyanın en gereksiz kurumları listesinde İtalyan ordusunun yer aldığını okumuştum. Adamlar ikinci dünya savaşında gitti Almanların peşine takıldı, dedi aradan çizgi çekeriz. Afrika'da Etiyopya'da takıldı. Kuzey Afrika'yı kaybediyordu Almanlar yardıma koştu. Balkanları ben alırım hocam dedi, saplandı orada yine Almanlar geldi yardıma, Sovyet işgali gecikti (zaten sonra timeout oldu operasyon Barbarossa). Adamlar sırf ayak bağı olmuşlar. Zaten birinci dünya savaşından sonra Osmanlı'yı paylaşırken de atmışlardı bunları kenara. Arabaları da komik bunların. Çok üstlerine gittim ben de neyse, görmek istediğim ülkelerde yukarılardadır yine de. Zaten o liste hiç eksilmeyecek, hep öyle kalacak.

- Bizim spor spikerleri hasta. Maç oynuyor bizim takımlardan birisi, rakip oyuncu faul yapıyor, vermiyor, vay anam nasıl vermez orospu çocuğu Slovak. Bizim adam faul yapar, hakem de verir, vay sen misin o faulü çalan ibne Portekizli. Tribünde meşale yaktı Türk seyircisi, Alman seyircisi yaksa durdurmazdı oyunu dedi. Hep bizi eziyorlar zaten anasını satayım yazık lan bize.

- Ekşi sözlükte biri yazmış, "what is better than watching porn making it ". Playboy tv sloganıymış.

- Eee? di mi. Bilmem.

- Gelecekteki X'e mektup modası var. Çocuğuna torununa sevgilisine karısına mektup yazmalar, ya da kendine. Kendine mektup nasıldır ki. "Osman abi 10 sene geçmiş ve hala bir karı bulamadıysan allah senin belanı versin it" gibi şeyler falan mesela. Ya da , "döktün di mi saçları, yok di mi, allahın hıyarı iyi bakmadın saçlarımıza!". Cevap da yazabilsek eğlenceli olurdu aslında.

not: Bir kesim eğlence kelimesini eylence şeklinde yazıyor, onlar gözüme gözükmesin yakarım. Ne iğrenç adamlarsınız be, defolun.

- Seinfeld'in 9 sezonunu indireceğim. 30 gb falan galiba. Hepsini baştan sonra tekrar izleyeceğim, mutlaka kaçırdığım bölümler vardır televizyondan izlediğim için. Sırf izlediğim onca bölümün arasında hiç görmediğim şeyler görünce yaşayacağım sevinç için hepsini tekrar izleyeceğim.

- Budist biriyle konuştum, ona sorular sordum. Prince of Devils kötüleri alıp cehenneme götürüyormuş. Ama yeniden doğarsan yırtıyorsun galiba, ölürsen temelli götürüyor. Lan, siz farklı değil miydiniz dedim içimden. Ama onlarda şeytanın karşısında bir karakter yok galiba, peki kim engelliyor dedim adam istediğini götürür, bilmiyorum çok karışık ingilizce kasıyor dedi. Ama basit ki, kim var onun karşısında yani, Buddha'lar kendi hallerinde takılıyorlar, adamlar zirvede bırakmış Dünya'yı.

- Saçlarım gittikçe uzuyor, uzadıkça bakımı zorlaşıyor, yıkaması daha da meşakatli oluyor, hele sonra taraması. Kestiresim var.

20091018

Işıklar İçinde Yatsın




Böyle bir laf var. Toprağı bol olsun lafına da şaşırmıştım(evet kullanıyorum demişimdir) ilk ama anlamı toprağı bol olsun da cesedi dışarıya çıkmasın gibi birşeymiş. Işıktan kasıt, nur mu bilmiyorım ama sadece ışık da komik duruyor, kutsal ışık yüce ışık falan dense bari? Böyle kuru kuruya ışık lamba gibi oluyor lakin ben aydınlıkta hiç uyuyamam, karanlık olacak(ayrıca çıt çıkmayacak ama bu konumuz değil). Söyle, nur içinde yatsın de, Allah rahmet eylesin de, inancın neyi söylüyorsa sana onu de ama böyle sonradan çıktığı bariz belli olan şeyler söyleme. Biliyorum söyleyecek birşey olmayınca "hassiktir" diyorsun ve birşey söyleme ihtiyacı duyuyorsun, o boşluğu doldurmak zorunda hissediyorsun kendini fakat dolduracak bir boşluk olmadığını düşünüyorum deme o zaman. Bu konudaki kendi fikrimi söylemiyorum çünkü kimseyi ilgilendirmez, fakat dışarıdan genel bakınca garip geliyor bana bu hareket. Tanrı onu kutsasın olur, umarım iyi bir böcek olursun olur, ama tutarlı birşey olsun, ya da şöyle diyelim, eğer bir yere gidiyorsan umarım orada mutlu ol gitmiyorsan da iyi adamdın falan filan. Bu kendini farklı gösterme çabası da iki sebepten dolayı sanıyorum, birincisi, hangi tarafta durduğunu gösterme çabası, diğeri de bir "tarafta" duruyor olması. Halbuki bu konuda bir taraf olmaması, herkesin kendi tarafı olması lazım. Nüfusumuz kaç, 70 milyon mu, 70 milyon tane taraf. Ve bunların temsili bir siyasi oluşumu yok, onlara karşı da yok. Sadece bu 70 milyonun kendi tarafını seçme ve yaşama özgürlüğünün sağlanması gerekli olan. Ama bunu anlayan beri gelsin. Sapla saman karıştırılıyor, ortak hisse sahip olanlar toplanıp karşıdakini ezmeye çalışıyor. Bu kadar basit bir konu da önümüzdeki en büyük engel oluyor. Aha da çözdüm konuyu, yollayın bana hepsini anlatayım bunu bitsin bu tantana, bu kadar da yüzeyselimdir. Zaten genelleme de çok yapıyormuşum ikisi de birbirine çok yakışıyor.

20091016

Türk erkekleri cinsel ligde beşinci

Beş ülkenin erkekleri arasında yapılan ankete göre en çabuk boşalan erkekler Türkler çıktı.

Yapılan bir araştırmaya göre İngiliz erkeklerinin yatakta en uzun süre dayandığı, Türk erkeklerinin de en dayanıklı erkekler listesinde beşinci sırada yer aldığı belirlendi.

Hollanda’da yapılan araştırmada beş ülkeden seçilmiş 500 erkek , teste tabi tutuldu. İngiliz erkekleri 10 dakika le birinci sırada yer alırken, Türk erkekleri 4 dakika ile son sırada yer aldı.

Diğer ülkelerden Amerikalı erkekler ikinci, Hollandalı erkekler üçüncü ve İspanyol erkekleri dördüncü olarak araştırmayı tamamladı.

Ülkesi belirlenmeyen bir erkek sadece altı saniye dayanırken, bir başkası elli iki dakika ile rekoru elinde tutmayı başardı.

Araştırmacılar, testin, çiftler arasında ayrılığa neden olan, erkeklerin erken boşalması üzerine yaptıkları çalışmaları desteklemek amaçlı olduğunu belirtti.

Konuşmacılardan biri “İngiltere en uzun zamana sahip. Prezervatif kullananlarla kullanmayanlar arasında, fazla bir fark görmedik. Fakat seks öncesi alkol alan erkeklerin süresi daha uzun idi.” Test sonuçları Journal of Sex Medicine ‘da yayınlandı.


-------

Bunu ben yazmadım, ya da neguzelhaber.com'dan almadım. Hürriyet'in internet sayfasında yazıyor. Fotoğraf da aynı yerdeki fotoğraf. Şu Love League listesindeki yukarıdan aşağıya küçülen bar olayında daha yaratıcı olabilirlermiş ama. 6 saniye dayanabilenle 52 dakika sürdüren adamlar da efsaneymiş, abicim 6 saniye ne ya, ne yaptın sen? Diğeri de hazırlanıp gelmiş, maşallah da, tester şahsa ne olmuş?

20091015

Dolmuştaki Amca


Sene 2007, Bodrum-Gündoğan dolmuşu, yazı da o tarihten;

Geçen akşam dolmuş ile eve gidiyordum. Dolmuşa bindim, bir adet amca, yanında bir beyi esir almış birşeyler anlatıyor.

Baktım ki amca geveze. Müthiş bir potansiyel var. Ama daha karşıdaki adamı yeni tanımış, kendini gösteremiyor, biraz tecrübeye takım arkadaşlarına ısınmaya ihtiyacı var.

Sonra konu kaçınılmaz biçimde ülkeyi kurtarma geyiğine geldi. Daha doğrusu adam dinliyor, amca konuyu oraya getirdi. Ve insanoğlunun sınırlarının olmadığını bir defa daha kanıtladı.

Efendim Sovyet Rusya’da 30 yaşında ilkokula başlayıp, 41 yaşında liseden mezun oluyorlarmış. İlk bombası bu. Yahu demek ki Çarlık döneminde eğitim geriydi, sonradan seferberlik başlatıldı belli ki, gerçeklik payı vardır bunda. Ama bundan sonrası efsane. Azerbeycan’da insanlar birkaç tane fakülte biriyor 3-4 tane diyor abim. Sonra karşıdaki adam ooo uuu falan demeye başlayınca aldı gazı yahu sen ne diyorsun, 12 tane fakülte bitiren adamlar var diye levelleri atlamaya başladı.

Sonra adamın odağı bizim ülke oldu. Kim olduğunu hatırlayamadığım kişi ve gruplara sövmeye başladı. Yok yani gerizekalı falan değil, adam bildiğin sövüyor, ana avrattan bir önce. Arkamda oturuyor dönüp de bakamıyordum ama ağzı köpürmüştür kesin.

Kalkacaz, şöför geldi paraları toplayacak kalkıştan önce, yanındaki adamın parasını da ödemek istedi zorla. Bir de ben hep öderim diyor yanımdakinin ücretini.

Ve sonra adam zirveye geldi. Ben böyle şey görmedim. Canlı görmek lazım konuşurken amcayı;

“Biz hayvan bokundan tezek yapmaktan başka ne yaptık?” diye ilk topu yolladı. Sonra ışıklara yaklaşırken gösterip “Bak adamlar yapmış, yeşil yanıyor geçiyorsun” diye diğer bombayı patlattı. Yanındaki adamcağız da(artık bu seviyeden sonra cağız ekini hak etti) burada da yapılıyordur demeye kalmadan adam itiraz etti "yok burada hepsi dışardan biz yapamıyoruz" diye.

Yeşil yanınca geçiyorsunuz yani. Ülkelerin geri kalmışlık düzeyi trafik lambalarının ithal edilip edilmediği. Hayır yani siz üretin labayı ama siklemeyin, ölün karşıya geçerken sorun değil. Aklıma o adını unuttuğum şişman radyocu komedyenin ntv'de yaptığı seçim programı geldi, sonra magazinel siyaset olarak devam etmişti. Belçika'da yolun ortasında duruyordu arabalar da bunu bekliyordu, öyle işte.

20091009

Bir Medya Klişesi


Belki de sadece benim gözüme batıyordur bilmiyorum. Gazetelerin "sağlık" sayfalarında veya internet sitelerinin ilgili köşelerinde böyle bir durum var. Mesela bu yandaki fotoğraf bir büyük gazetenin internet sitesinden, tümör ile ilgili bir haber, gen haritası çıkartılmış. Meme kanserlerinde de bu fotoğraflar çok kullanılıyor, göğsünü tutan kadın modeli. Tabi bunda garip bir şey yok gibi gözüküyor, normal, çünkü bizim medya her habere bir fotoğraf koymak zorunda. Gazeteyi açarsınız, 5 satır yazı, onun iki katı fotoğraf, ne o haber oldu. Konuyla ilgili güzel bir makale koy oraya, olmasın fotoğraf. Bu fotoğrafı aldığım haberin yazısı da bu cümleye kadar bitmiş mesela, daha kısa şimdiye kadar yazdığım yazıdan.

Bu olayın daha da ileri seviyesi, bombası da genellikle Posta'da denk geldiğim cinsel yaşam sayfaları. Bazen yatakta mayışan bir çift fotoğrafı, bazen birbirlerine sarılarak yatan çıplak kadın ve erkek falan filan. Ya zaten tepede kocaman Haydar Dümen'in fotoğrafı var, anlıyoruz konuyu. Haydar abi olmasa da başlıklardan anlarız. "Erken boşalma sorunu çözüldü" yazısını görünce mesela. Çöze çöze de bir hal oldular zaten ama etrafta bunu ispat etmeye çalışan erkeklerde bir azalma yok nedense.

Random Beyin III

- Ortada olmak çok samimiyetsiz değil mi? Tam ortada olmak. Fikirsiz, ne ona ne ona. Ne öyle ne böyle. Bir fikrin varsa bile kıymeti yok.

- Birini "yaz" diye gaza getirmek. Sonra yazdıklarını iplememek?

- Dün konsere gittik. Ve yine tabiki onlar vardı... Güvenlik görevlileri, ya da badigardlar. Tamam bu adamların sert olması, karşıdakine taviz vermeyen bir yapısı olması lazım. Fakat öyle olmak ile terbiyesiz, şerefsiz, dingil olmak arasında da Konya ovası kadar bir fark var. Haftaiçi akşamı, 6'da açılacak kapılar konser ise 8'de. İşten koşa koşa git, 7 olmadan orada ol, ama kapılar 9.30'da açılsın! Bir de soğuğu ye üstüne. Söylenenkere (söylenen kişiler çoluk çocuk değil koca koca adamlar) kar mı yağıyor sanki demek de çok yaratıcı bir espri yeteneği gerektiriyor, tebrik ediyorum kaslı abimizi.

- Bir de içeri geçtikten sonrası var. Güvenlik üst çanta araması yapıyor, iyi güzel. İyi de ablacım, çantama bakıyorsun, bakıyorsun da, niye içindekileri etrafa dağıtıyorsun? Fişleri eşyaları topluyorum masanın üzerinden. Manyak mısın? Zaten kendini aştı, başka bir boyutta olduğunu kanıtladı sonunda.

Güvenlik : -Lipstick'i göstererek- Bu ne?
Ben : *içses: sakin ol dayak yeme* Fitil.

- Facebook statüme buram buram ucuz milliyetçilik kokan vatansever cümleler yazsam ben de beğenilir miyim dersiniz?

* Türkiye'yi BÖLDÜRMEYİZ!
* VATAN sana canım feda
* Bu ülkeyi sevenler kim olursa olsun kapımız açık ancak İÇİMİZDEKİ HAİNLERİ unutmayız!!!1!!1!!

falan filan. Tutar hee, bir iki tane de Yılmaz Özdil yazısı paylaşırım.

- Ercan Saatçi Hürriyet spor müdürü olacak diye bir şey duydum.

...

Ya düşündüm düşündüm yapacak yorum bulamadım, Euronews gibi, "no comment" diyorum buna.

- Bir de birini "yazalım" diye gaza getirmek, ilk hevesten sonra iplememek. (Mahsun ibo alişan özcan, sözüm sizlere)

- Anladım ki ben toplantıymış, eğitimmiş(almak veya vermek), bokmuş püsürmüş hakikaten sevmiyorum hatta fena oluyorum. Benim yapacağım bir işim olsun elimde, sadece tek başına beni ilgilendiren, takılayım öyle. Zaten öyle genelde de, ara sıra böyle şeyler oluyor sıkılıyorum.

- Kişisele ineyim. Bana bazen geliyorlar, sıkıntı basıyor, gitmek istiyorum. Yanlış ülkede mi doğmuşum ne diyorum bazen. Bu tabi şimdi burnu havada kendi insanını beğenmeyen kişi tribi gibi duracak ama, zaten "kendi insanı" tabiri bence tamamen saçmalık. Aradaki tek fark dil ve kültür. Of çok sıradan konuştum şimdi ama, öyle yani. Ben de biliyorum hoşlanmadığım şeylerden niye hoşlanmıyorum, biliyorum sebebi doğrudan o kişiler değil, ama sonuç ortada. Hayır ileri doğru bir ivme görsem zaten sorun etmeyeceğim. Yerinde sayma ile geriye gitme arasında bir yerdeyiz. Şehir merkezlerindeki ufak azınlığın batılılar gibi yaşaması ile olmuyor ki. Şimdi X abi olacaktı da şöyle bir yarım saat konuşacaktı, ben de +1 abi diyecektim.

- Ata'nın çok güzel bir balkonu var.

- Bir de garip bir taktik geliştirmiş bu Ata tavla için. Oturduk, hayatımda gördüğüm en üst düzey kendinden emin tavır gösterme performanslarından biriydi herhalde. Oyuna başlarken belli etmesem de korktum, bir oyunda 9 sayı falan alacak diye (nasıl olacaksa). Meğer adamın havası fosmuş. O beni 5-0 yendi ben onu 5-1.

- Bu arada Ata, Ermeni kilisesiymiş orası, mezhebini unuttum ama ya, tekrar sorarım.

20090929

Random Beyin II

- Kramer goes to fantasy camp? His whole life is a fantasy!

- Vergi güvenliğini sağlamak amacıyla gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri beyannamelerinde gösterdikleri matrahları, beyanları üzerine tarh olunan vergileri ile ad ve soyadları, unvanları vergi dairelerince dairenin münasip yerlerine asılacak cetvellerde ilan olunur.

- "Hayranlarını şaşırttı" klişesi...

- Ya neden neden neden? Neden sizin işinizi yapıyor dahi olsam öküz gibi monitöre kafanızı uzatıyorsunuz? Yapıyorum işte, ne bakacaksın anlayacak mısın yaptığımı sanki.

- "heralde oglum alismak sevmekten daha zor geliyor demis" selami sahin © semih

- Vatka kelimesini duyunca, veya vatka görünce, aklıma 1991 yılı geliyor, niye bilmiyorum.

- Kemal:
altınordu
napıyosu
Ata:
kemal isli
internet kafedeyi
- Kemal:
ahahahhahaha
Ata:
bu muydu olm
konuşmayı sen başlattın, devam ettirmek zorundasın
- Kemal:
hahahahhaha
bi daha güldüm dur



- "edinmek" diye bir şey var. Genellikle internet ortamında bir albüm veya şarkı için kullanılır. Heaven & Hell'in albümünü edindim hocam, içinde güzel şarkılar var(var) gibi. Bu kalıp da tamamen internetin gelişmesi, hızlanması ve yayılmasıyla müziğe ulaşımın kolaylaşması ve bedavalaşması ile ilgili. Abim satın aldım diyemiyor, almadı çünkü. Ya da kasetçide çektirmedi. Edindim diyor. Yani, edindim = indirdim demek oluyor.

- "ipod kullanıcısı" ne? Bunu 1,5 sene önce aklımda yokken yarı fiyatına bir ipod bulduğumda, araştırırken görmüştüm. Ipod kullanıcısı diye bir şey varmış. Yani mesela, ben bir ipod kullanıcısıyım. Siz bazılarınız değilsiniz, olanları ayrı tutuyorum. Ipod kullanıcısı olmak ve ipod kullanıcısı olmamak, önünüzde iki seçenek var bu hayatta. Ipod kullanıcısı müziğini düzenli tutar(mış) mesela, yani, gibi. Hayatımda kullandığım tek mp3 çalar olduğu için kıyaslama yapamıyorum ama evet, gerçekten acayip kullanışlı ve kaliteli bir alet. Ama bu ayırma niye? Zaten bu ayırma işi iki kesimde var. Bir apple kullanıcıları, bir de İZMİRLİLER. Apple en iyidir, İzmir en güzeldir arkadaş. Onlara laf edilmez.

- Gündem insanları var. Ben de bunlardan biriyim ama 3. tekil şahıs olarak anlatacağım. Bu adamlar şirkette sabah otururlar mesela, gazete okurlar. Etraftakileri herşeyden haberdar etme arzusu ile yanıp tutuşurlar. Adalet bakanı şöyle demiş, Tayyip yeter sikerim sizi de hükümetinizi de demiş, gibi şeyler. Anlatır durur. Baktı anlatacağı adam yok, internette bulunan arkadaşlarını kurban seçer onları linke boğar. Üstüne kendi yorumlarını da ekler. Bunların bir ileri seviyesindekiler de açar Wikipedi gibi siteleri, ansiklopedik bilgilere dalarlar etrafa anlatırlar(ben gibi). Sanırsınız ki çok bilgili, duyarlı, kültürlü kişiler...

- Msn iletilerine işyeri ile ilgili yazan kişiler var. Sadece işyerleri hakkında yazarlar ama. Osman'ın doğumgünü, Haydar'ın doğumu gibi önemli günler mutlaka iletiye yazılacak. İşler yoğunsa mutlaka ama mutlaka yazılacak. Tatile gidiliyorsa yazılacak, dönülünce yazılacak, o tatilden sonraki ilk iş gününün psikolojisini msn iletilerinde göstermezlerse ölürler. Zaten bunlar sonunda yine işyerlerinden bir eş bulup evlenirler. Ne olacak sandın?

- Büyük hayallerle otobüs durağına git. Pazar akşamı otobüs boştur, alırım büfeden kolamı içe içe giderim tıngır mıngır diye düşün. Durağa git, büfe kapalı olsun, eski halk otobüsüne bin, oturacak yer olmasın. Bir de havasız olsun. Izdırap.

- "arkadaşlar heedehödömde şu hatayı veriyo yardımcı olabilirseniz sevinirm şimdiden tşk
not: detaylı anlatırsanız sevinirim". Ulan hadi bir bok araştırmadan gittin foruma yazdın derdini, bari adaplı yaz. Herkes orada senin sual sormanı bekliyorlardı çözmek için, bir de detaylı anlatırsanız sevinirim demiş. Piç.

- Son olarak, bu yazıyı okuyan herhangi birisi 90's temalı bir video paylaşmasın orada burada, kan çıkar.

20090914

Halkın Huzur ve Refahı


  • 650.000 kişi göz altına alındı.
  • 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi.
  • 517 kişiye idam cezası verildi.
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı).
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
  • 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
  • 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
  • 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
  • 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
  • 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
  • 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
  • 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • 31 gazeteci cezaevine girdi.
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı.
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü.
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 14 kişi açlık grevinde öldü.
  • 16 kişi -kaçarken- vuruldu.
  • 95 kişi -çatışmada- öldü.
  • 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.
  • 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.
http://www.belgenet.com/12eylul/12092000_01.html

20090902

Bana Kısayol Yarat


Abicim bak, Bakırköy'de çarşı yolu üzerinde bir dükkan kirası ne kadar? 200 sims falandır diyelim, bunun elektiriğiydi suyuydu faturasıydı o da aylık 100 sims falan gelsin yuvarlak hesap, 300 sims aylık maliyet. Koy üstüne çalışanların ücretlerini 400 sims. Bak biz yiyoruz bu yemeği burada 1 sims para bırakıyoruz. Günde 50 hesap gelse böyle, işlek yer burası, gelir, 50 sims. Çarp 30 ile, ayda 3500 sims eder masrafları düşünce 3000'den fazla para kalıyor.

Cem Yılmaz'ın gösterilerinde bol kullandığı malzeme olan insanımızdan bir geyik muhabbeti versiyonu bu yukarıdaki. Hani şu, uzak mekiğinde kaptan yol boş, kaptır gitsin diye adamın arkasında duran Türk. Zaten G.O.R.A. ve A.R.O.G'da başrolde oynadığı tip de bu tarz bir şey.

Al hocam 300 kilo elmayı, çık pazarda sat. Bak pazar yeri kirası şu kadar, 200 kilosunu satsan kâra geçersin geriye kalan 100 kilo da kaymağı olur.

Bizim göze çarpan özelliklerimizden biri de, kolay yoldan para kazanma sevdasıdır. Yattığı yerden para kazanmaya meraklı, Piyango'nun faizi ne kadar getirir hesabı yapmayı seven toplumuz. al 10 tane lüks daire kirası ile geçin edebiyatı yapmaktan büyük zevk alırız. Ben de en son geçen sene coşan sayısal lotonun günlük faizini hesaplıyordum mesela, neler yaptım o parayla. Iron Maiden ve Metallica ile Avrupa turları, sevgilimin ara tatillerinde ve resmi tatillerde yurtdışı kaçamakları, Galatasaray'ın oynadığı her maça gitmek, özellikle Avrupa kupası deplasmanları. Tabi ye iç gez, insanın metabolizması tepki verir bu rahatlığa(uçakla gidip arabayla gezeceğim tabi), onun için spor yapmak, kilo almamak sağlığı korumak lazım. Kendime ufak çaplı spor salonu yapardım. (Bu arada yanımda arkadaşla atari geyiği yapıyorduk, evime tilt salonu yapardım!)

Bakın bu yazıda bile insan başlıyor düşünmeye akıp gidiyor, bunları da bilinçli yazmadım hepsi o an aklımdan geçen hayallerdi.

Bu piyango hayalleri ile meraklı olduğumuz kısa yoldan para kazanmak birbirine bağlı. Ya popçu olacaksın ya topçu mentalitesi diyelim buna. Bu sözü söylemekteki amaç, kolay yoldan para kazanmak. İnsanlar eğlenmek için şarkı söylüyor ve top oynuyor. Halbuki topçuluktan ve popçuluktan büyük paralar kazanmak için çok çalışmak gerekiyor, her şeyin bir bedeli var. Evet ulusal müzik kanallarında gördüğümüz şarkıcı bozmaları ne diyeceksiniz, ama onlar da o kıyak işi yapmak için çevre edinene kadar çok emek harcıyorlar. Ya da harcamıyorlar mı? Evet aslında bu şarkıcı bozmalarını istisna tutabiliriz.

Kısa yoldan köşeyi yırtma olayı, her zaman zengin olmak anlamına gelmiyor. Kısa yoldan hayatını garantiye de alabilir insan, özellikle Türkiye'de, özellikse kadınsa. Hem lisede, hem üniversitede gördüm örneklerini. Anadolu Meslek Lisesi'nde okudum, üniversitede de bilgisayar programcılığı okudum. İkisi de mesleki eğitim veren kurumlar değil mi. Bunların ikisinde de, sanki açıköğretime geliyormuş, maksat diplomam olsun gibi davranan kızlar vardı. Liseyi bitirip evlenenler, üniversitede bilgisayarla alakası olmayıp, yakışıklı erkek kovalayıp alışveriş yapma peşinde olanlar... Bu da aynı mantığın ürünü, evet eskiden okuma imkanı yok, adetler, gelenekler vs. genç yaşta evleniyordu kızlar. Fakat büyük şehirde büyüyüp, modern eğitim imkanlarına sahip olan, liseye üniversiteye giden kızlar eğer okulları biter bitmez evleniyorsa işte bu koca bulmak olur. Koca zenginse de kaymağı olur işin.

Bu yazıya geçen hafta başlamıştım ama yarım kalmıştı. Bugün arkadaşla yine bunun geyiğini yaparken tam tersini konuştuk. Bu şirketteki tuvalet masrafı ne kadardır? Hemen başladım, günde 10 paket havlu peçete gitse... Yani sadece para kazanma hayalleri de olmuyor.

Belli mesleklere de bu açıdan(kıyak iş) yaklaşan çok kişi var. Mesela ilk örnek, karikatüristler. 2 gün kasıp çiziyorlar geri kalan 5 günde yatıyorlar genellemesi çok yaygındır mizahçılar da kendi karikatür ve yazılarında bunu ara sıra dile getirirler. Fakat insan kendi kendine yazdığı bir günlüğe bile bazen yazacak bir şey bulamazken, ulusal çapta basılan bir mizah dergisine karikatür, yazı falan hazırlamak ve bunun çok kapsayıcı olması gerekliliğini düşünmek bile insanda bir stres yaratıyor. Aynısı gazetelerdeki gerçek köşe yazarları için de geçerli. Devamlı bürokratlarla gezip bunları yazan veya gittiği lokantayı anlatan yazarlar değil, gerçekten uzman olduğu alanla ilgili devamlı bir fikir üreten, yazan yazarlar. Bunlar için de evde yatıp televizyonda haberleri izliyorlar, sonra iki satır yazıyorlar denir. Herkes Reha Muhtar değil be canım. Futbolcular da günde 2 saat antrenman, haftada 1 maç, geri kalanı keyif ve zevk. Çık sen 25bin kişi önünde futbol oyna da göreyim. Öğretmenlerin de işi iş, yılda 2,3 ay tatil. Ama ilkokul olsa çocuklar, ortaokul lise olsa ergenler, 30-40 tane öğrenci ile uğraş dur bütün gün. Evde kendi çocuğuna bakarken hayattan kopan insanlar var.

Ha ben bunları yazıyorum iyi güzel de yarın yine konusu açılır öğretmenlik de kıyak iş yılda 2 ay yatıyorsun oh derim o ayrı. Zaten ben futbolcu da olacaktım ama genç takımdayken çok zayıftım, yoksa şimdi tam da hafta ortası, boğazda çay içiyordum.

20090829

Majesty


Ben buradaki kullanıcı adımı eskiden internet ortamında nick olarak kullanıyordum. Başlangıcı da 2000, 2001 yılları falan. Yıllar sonra Galatasaray'ın formasının ismi oldu, renk kodunun anlamıymış. Benimkinin isim babası Blind Guardian'ın ilk albümünün giriş parçası Majesty. Çok özel ve güzel bir parçadır.

20090828

Random Beyin I

- Analar kutsaldır, analara küfür etmeyin o... çocukları!

- Bir Din hocası tanımıyla AIDS; Allah'a İsyaneden Deyyusların Sonu.

- ABD'ye work&travel ile gidip, Alaska'ya balık temizlemeye yollanan birisiyle tanışmak istiyorum.

-
İşyerinde arkadaşa Civilization IV Beyond The Sword verdim, evde de oynuyor, o kesmedi şirketteki bilgisayarına kurdu. Deli gibi oynuyor. Zaten bağımlılık yapan bir oyun. Google it.

- Ağustos ayında hasta oldum, sinir birşey. Boğazım ağrıyor, halsizim. Hasta olmamam gereken bir dönem üstelik. Bir de yazın hasta olunca iyileşmesi daha zor oluyor.

- Digiturk milletle dalga geçiyor. İnternet ortamında bir çok yerde görüyorum, üyeliğini iptal ettirmek isteyeni 2 gün sonra arayıp 30 liraya 40 liraya LigTv+Spormax veriyorlarmış. Ben 62 liraya eko paket + ligtv izliyorum. Ama bu bürokrasi arasında tüketici hakları falan uğraşmak da ölüm olur.

- Radikal gazetesinin websitesi açılım işinin suyunu çıkartmış durumda. Tamam şu anda gündemdeki birinci konu bu Kürt açılımı, fakat adamlar her haberine açılım lafını sıkıştırıyorlar. En son Bu da Aşk açılımı diye saçma bir başlık gördüm.

- Her ramazan bir klişe vardır siyaset sahnesinde. Başbakan genelde, habersiz, rastgele yoksul mahallelerde ramazan ziyareti yapar. Adamlar da dertlerini anlatır, çoğu zaman da yardım ederler onlara, çocuğu okutma, iş bulma, ev bulma konusunda. Bir kere de köklü, herkesi kapsayan bir çözüm bulan başbakan görmedim bu gezenlerde.

- Bir klişe daha, X bebek. Niye bebeklere böyle seslenirlerki. Mesela Semih Bebek. Oldu mu şimdi? Gerçi Semih bebek oldu, şirin durdu. Ama Atahan Bebek daha bir sırıtıyor. Temurhan'ın 4. oğlu Atahan bebek, 3 yaşında at binmeye başlamıştı!... Valla yakıştı.

20090818

İhlas Killer

Geçen gün arkadaşım aradı, İhlas Holding'den aramışlar, pazarlamacılar. Şu meşhur Armutlu Tatil Köyü için. Telefonu da ortak bir arkadaşımız vermiş, seni aradılar mı dedi. Yok dedim, aramadılar. Kapattım telefonu, on dakika sonra biri arıyor, bilmediğim bir numara. Dedim onlardır kesin, ve hazırlıklı açtım;

B; Ben
X; Pazarlamacı arkadaş.

B: Alo
X: Alo iyi günler, ben İhlas Holding'den arıyorum ismim Sellerman.
B: Evet ne var? (gayet sakin bir ses tonu...)
---
South Park Sessizliği ---
X: Ee öö X'i tanıyor musunuz?
B: Evet tanıyorum ne olacak.
--- Yine bir iki saniye duraksama ---
X: Bizim Armutlu Tatil Köyü blablabla
B: Armutlu'yu biliyorum, sizi de biliyorum, ilgilenmiyorum, iyi akşamlar.
--- dıııııııııt ---

Sonra iki gün oldu bir daha aramadılar. Beni arayan arkadaşı ertesi gün de aramışlardı. Yine babamı da bir hafta boyunca aramışlardı. Aradan 1 ay geçti, ara sıra armaya devam etmişlerdi. Bakalım tek seferde işi bitirerek İhlas Holding rekoru kırabilecek miyim?

20090817

Fuck You


Güzel fikir. Çalışırken çıkmaza girdiğimde bu tuşu kullansam, sonra zamanı dondurup beni bir onbeş dakika başka yerlere götürüp stresimi atsa. Veya doğrudan benim köle gibi olma sebeplerimi birer birer pataklasa. Yazıştığınız kişiye uyuz olduğunuzda da güzel bir kısayol tuşu olabilir. Ya da en iyisi, basalım bu tuşa, teknolojiyi siktir edip doğal yaşam alanımıza dönelim.

20090805

NMY !

20090802

Başlığın Adını Koymuştum Da, Sildim



Önce şarkıdan bahsetmek gerek. Hatta ondan önce gruptan. Yapmayacağım. Biliyorum, bir girersem çıkamam içinden. Böyle olunca da hem Kemal isyan eder, "Ohoo ben de müzik yazılarımı buraya koyarım o zaman, haksızlık var." diye ve ben de onun dinlediği pataküte müziklere tahammül edemez, ondan aldığım ne varsa yerine koyar giderim. Hem de asıl söylemek istediklerime sıra geldiğinde yorgun ve bitap düşmüş olur kısa keserim, vakit kaybından ibaret olur bu yazı. Bilen bilir zaten problemimi, ızdırap çeker ve çektiririm uzun konuşmalarımda. Anlattığım konuyu sonsuz sayıda başka konuların çarpımı olarak düşünerek çarpanlarına ayırır, her birinin de köküne inerim. Ayrıntının ayrıntısının ayrıntısının ayrıntısını konuşurken bulurum kendimi. Eskiden böyle değildim, çok akıcı konuşurdum, sonradan böyle oldum. Şu anda da mesela, bunun nedenini anlatmak geliyor içimden ama tutuyorum kendimi, yapmayacağım.

Yine de bazı notlar vermek isterim şarkıyla ilgili. Yukarıya klibi koyduysam, bu sorumluluğu taşıyorum demektir. Sorumluluk değil de, yani neden vermeyeyim ki? Of, neyse işte! Paul McCartney ilginç adam. İlginçten öte, başarılı tabii. 12 Eylül 1963'ten, 14 Eylül 1997'ye kadar tam 34 yıl boyunca (aslında tam 34 yıl boyunca değil, 2 gün de küsurat var) Ada'nın en çok satan single'larında ismini görmek mümkün. The Beatles döneminde John Lennon'la birlikte yazdığı "She Loves You" ve onun sesiyle destek verdiği, benimse hiçbir zaman samimi bulmadığım Afrika'ya yardım projelerinin Avrupa ayağı Band Aid'in "Do They Know It's Christmas"ının arasına bir de The Beatles'ın dağılması sonrası eşi Linda ve eski The Moody Blues gitaristi Denny Laine ile birlikte kurduğu The Wings'in, iki milyon satan en büyük hitini sıkıştırmış: Mull of Kintyre.

Hikâye şöyle. 1960'ların sonunda, önce menajer Brian Epstein'ın ölümü sonrası John Lennon'ın isteksizliği, ardından yine Lennon'ın eşi Yoko Ono'nun gruba her konuda müdahele etmesi sonucunda The Beatles üyeleri arasında problemler baş gösteriyor. Bu problemlerin üstesinden gelinemeyince de nihayet 10 Nisan 1970'te grup resmi olarak dağılıyor. Bu ayrılık Paul McCartney'i dağıtıyor adeta. McCartney, bir bunalım dönemi yaşıyor. Yaşama amacını kaybediyor. Tüm gece ayakta kalıp, gündüzleri yatakta geçiriyor. Tıraş olmayı bırakıyor, sürekli İskoç viskisi içmeye başlıyor. Giderek ruhen çöküşe sürükleniyor, kendisini tamamen gereksiz hissediyor. Ve sonunda, deliliğin kıyısındayken, her şeyden uzaklaşmaya ihtiyacı olduğuna karar veriyor. Dağların, dağların arasından yükselen sislerin, temiz havanın, doğal yaşamın içinde, gizlilik içinde bir hayatı seçiyor. Ve aradığını İskoçya'da, Kintyre'da buluyor.

Kendine güvenini yeniden kazanmasını sağlayan Kintyre için daha sonra bir şarkı yapmak istiyor Paul McCartney. Amacı büyük bir hit yakalamak değil, sadece Kintyre'a olan sevgisini notalara dökmek istiyor ve bu şarkı ortaya çıkıyor. Adından da anlaşılabileceği gibi Mull of Kintyre, İskoçya'nın güneybatısındaki bu yarımadanın en güneybatısındaki burnu. Aslına bakılırsa ben adından anlamıyorum. Anlayan da İngilizceyi yalamış yutmuş, anadili kadar iyi öğrenmiş demektir, helal olsun. Bir dilde en son öğreneceğim kelimedir herhalde, burun. Coğrafi terim olarak elbet.

Değil de...

Ben yine planladığımdan çok farklı bir yolda ilerliyorum. Bunu daha sıkça yapacağım sanırım. Sohbet doğallığında bir sayfa burası, önceden belirlenmiş katı kurguların üzerinden yazılan makalelerden ziyade konuşur gibi yazmayı tercih edeceğim. Öbür türlü, okuyan ızdırap çekmiyor belki ama onun payına düşen ızdırabı da ben çekiyorum. Yo, hayır, bu benim hayalimdeki blog ise burada buna izin vermeyeceğim.

Diyeceğim şuydu ki, benim de bir Kintyre'a ihtiyacım var şu dönem. Faul McCartney amcam istediği kadar travma geçirsin, cebinde parası var, başını alıp gidiyor kendine yeni bir hayat kuruyor. Adamın pençesine düştüğü alkollü içki dahi en pahalısından, İskoç viskisi. Yemişim öyle travmayı. Biz öğrenciyiz, çulsuzuz, cebimizde kalan son paranın üstüne yarım milyar borç eklemiş kombine almışız, o da ortak! Hadi bakalım git gidebiliyorsan Kintyre'a. Kafanı mı toplarsın, travmanın allahını mı yaşarsın git de gör...

Kintyre puşta yakışır, bize Kibbutz yaraşır!

İşbu yazı, aslında Kibbutzlar hakkında yazılacaktı. Başlığı da Kintyre vs Kibbutz olacaktı. Olmadı. Önümüzdeki yazılara bak'ıcaz...

20090731

Sadece Tavla Oynamak İstemiştim


Bir süredir bir tavla merakı sardı, bir süre dediğim, bir yıldır gün aşırı oynuyorum(z). Geçen sene vasat bir oyuncu iken şimdi iyi sayılan bir dereceye geldim diyebilirim, bu yazıyı okuyan 0,4 kişinin hepsine sesleniyorum, yeri ve zamanı fark etmez, gelin kapışalım!

Biraz sıkıcı, daha doğrusu daha sıkıcı bilgicikler vereyim. Tavla Fars oyunu, 1400 yıl önceleri bulunmuş. Benim ısrarla öğrenmediğim ve çaba sarfetmediğim sayılar da Farsca. Bazıları Arapça sanıyor fakat değil. Dü-Şeş ve Hep-Yek hariç diğerlerini bilmem, zaten bana fazla gereksiz gelir. Racon falan da anlamam. 4000'den fazla ihtimali olan bu oyun sıkmaz, sadece o.

Tavla erkeğin(en azından Türklerde) bir simgesi aslında, aynı karpuz seçmek gibi. Onda olay, eve avdan yiyecek getirmek, bunda ise rakibi yenmek. İnsanoğlunun doğasında rakip kim olmuştur erkekler için? Bir başka erkek! Ne için rakip olurlar onu söylemeye gerek yok zaten. Ataerkil toplum benim için süresini doldurmuş ve artık kenara atılması gereken bir olgu, fakat bunun oluşmasının da sebepleri var bunu inkar edemem. Bu sebeplerden ikisi karpuz seçmek ve tavla.

1- Erkek, yaşamı boyunca sorumluluk sahibi olmak zorundadır.
2- Erkek, elde etmek istediği şey için çetrefilli koşullardan geçmelidir.

Ben erkeklerin tavlada bu kadar hırs yapmasını da ikinci maddeye bağlıyorum, en azından bir kısmını.

Fakat bir de teknoloji ile insanoğlunun sapkınlıklarının gözümüze daha çok girmesi var. Tavla ile ne alaka diyeceksiniz, evet ne alaka? Bir tavla oyunu indirdim bir süre önce, bazen akşamları takılıyorum, aynı anda ortalama onbin kişi oynuyor, puanınız da var kullanıcınıza ait. Ben bu oyunda birgün bir şey fark ettim, manyağın biri garip bir nick koymuş kendine. Tabiki bizim Türkler(!) bu oyunu başka amaçlar için de kullanmaya başlamışlar. Fakat gerçekten mantığı anlayamadım, hala düşünüyorum ama bir çıkar yol bulamıyorum bu konuyla ilgili. Hani forum olur, sözlük olur, arkadaşlık sitesi olmayıp da birini bulmak için buralara üye olurlar insanlar. Fakat arkadaşlık da değil, doğrudan seks partneri bulmak için online tavla oyununa süper nicklerle üye olmanın mantığını anlayamadım! Buraya sadece ayaküstü gördüğüm bazı kullanıcı adlarını yazıyorum;

kalpsiz_adam
abaza_hakan
AZDIM_M
sekssohbetiM1
zayifsemezM
kralcabbar (bunu sadece komik diye aldım)
KALINVEUZUN7 (zirve)

Yani bu tipler teknoloji sayesinde gözümüze batan bozuk Ar-Ge mahsülleri mi, geyik yapan gençler mi bilmiyorum ama youtube veya böyle bir online oyun server'ı fark etmez, bunlar hep bizden çıkıyor. Benim de akşam canım sıkıldığında girdiğim basit bir tavla oyunu garip bir hal alıyor, düşüncelere sevk ediyor. Halbuki ben sadece tavla oynamak istemiştim.

20090730

Karpuz Seçmek

Eve herhangi bir meyva getirmek ile karpuz getirmek arasında çok fark vardır nedense. Çünkü karpuz seçme diye bir olay var bizde. Belki başka milletlerde de vardır bu geyik bilemiyorum, ama buradaki kadar enteresan olmaz herhalde. Kavun da bu kategoriye giriyor aslında ama ben karpuz üzerinden gideceğim.

Eskiden manavlarda şimdi süpermarketlerde karpuz mevsimi değil karpuz seçme mevsimi başlar. Tabi manavlar varken daha eğlenceliydi, hala kamyonetle dolaşan karpuz kavuncularda bu eğlence devam ediyor. Kendi malı ve satmak zorunda olduğu için manav dil döker babaya, o da ben çok bilirim, beni kandıramazsın edasıyla davranır. Süpermarketlerde çalışanlar zaten maaşlı, adam duruyor başında pek atraksiyon olmuyor.

Karpuz seçilir, eve gelinir. Yemekler bittikten sonra, sıcak yaz günü, o sihirli cümleyi kurar baba. Hanım getir de şu karpuzu bi yiyelim. Karpuz iyi de çıksa kötü de çıksa o akşamın ana konusu belirlenmiştir artık. Hele evde fırlama bir kayınço veya yeğen varsa ve karpuz kötü çıkarsa babanın üzerine gidilir. O da bunu gurur meselesi yapıp karşılık vermeye çalışır.

Peki neden karpuz seçmek? Nasıl bir önemi vardır bu olayın? Şöyle, karpuz büyük, öyle diğer meyveler gibi ufak tefek değil bir ağırlığı var-ele geliyor-. Karpuz'un kalitesi ve doyuruculuğu tamamen seçene bağlı. Peki neden evin reisi denilen baba en çok önem veriyor buna? Burada genlerimize işleyen bazı durumlar giriyor devreye. Eski çağlarda er kişi avlanarak ailesini beslemek zorundaydı. Ava çıkar, ne olacağı belli değildir, 100 kiloluk bir hayvan da avlayabilir, ufak bir hayvan da. Kocaman bir büyükbaş hayvan yakalamak bir reis için hayattaki en büyük gurur kaynağıdır. Görüntüsünde bile bir gösteriş vardır. Ama günümüzde bu gösteriş yok, market torbaları ile gösteriş olmaz. İşte karpuz mevsimi geldiğinde, evin reisi erkek kişisinin içine işlemiş bu güdü ortaya çıkıyor, ve bunu gurur meselesi haline getiriyor. Bu güdüyü de tarihin başka zaman dilimlerinde görebiliriz. Sanırım insanoğlunun tamamen modernleşmesi(kendi deyimiyle) için sadece teknoloji, yasalar, bir kalıba girmeye çalışmak veya başarmak yeterli değil. Biz insanız ama ondan önce hayvanız ve güdülerimizin de değişmesi lazım. Bu da çok ama çok uzun bir süre demek.

20090729

Teşekkürler PCLion!

Evet.

Açıklamamıştık ancak en birinci üyemize sürpriz hediye vermeyi kararlaştırmıştık.

Kazanan talihli belli oldu. Başlıktan da anlaşılacağı gibi PCLion FC efsanesine hak ettiği ödülü vermekten onur duyacağız. İsminin tüm ağırlığı, internet dünyasında kendisine bahşedilmiş tüm ilgi, şan ve şöhrete rağmen alçakgönüllülük göstererek sitemize üye olduğu için, kendisine teşekkür babında 5 ortalı harita metod blog defteri armağan ediyoruz.

PCLion, hediyesini istediği zaman gelip elden alabilecektir.

Bizi "izlemeye" devam edin!

HBB Yönetimi adına;
Yine HBB Yönetimi

Gece 2 hasta olmak üzere olan bir adamın saçmalaması

18 Aralık 2006. Bu yazıyı o tarihte last.fm'e yazmışım;


Saçmalamayı doğru mu yazdım ya? Sanırım doğru aman neyse...

Furkancığımın konserinden geldim yorgunum. Üstüne de birkaç gündür göz kırpan hastalık geldi iyice, burnumda bazı tıkama işlemleri yapıyor. Yatmak istemiyorum iki nedeni var;

-Sabah(veya ne zaman kalkarsam) felaket hasta olarak uyanacağım.
-Kimse yok rahat rahat müzik dinleyebilyiorum kulaklık ihtiyacı hissetmeden. Ha hissetsem ne olacak, zaten kulaklık yok kırıldı(hayır parça pinçik oldu!)

Metallica'nın birçok kişinin haksızlık ettiği albümlerden 3 tane muhteşem şarkı dinledim biraz önce. The Outlaw Torn, Bleeding Me, Fixxxer..
Şimdi de efsane ballad Unforgiven. Ama bu yukarıdaki dediğim 3 şarkı, gerçekten birçok kişinin haksızlık ettiği parçalar. MetallicA popüler müziğe döndü aaabiii diye kenara attıkları, halbuki farkında olmadan asıl kendileri o dedikleri popüler zımbırtı olayının yüzünden kaçırdıkları muhteşem albümlerdeki 3 muhteşem şarkı (tamam load bir adım önde benim için). Ha milyonlarca seveni var, ama bir o kadar kişi de kaçırıyor. Bir dinleyin derim. Zaten beyin uyuştu saçlamıyorum yandaki scroll ufalıyor kafamın tepesini attırmayın. K
Kafamın tepesi ne demek yaaa?

Son olarak comment kısmında hastalık iyileştirmek için içinde garip ilacımsı şeyler,haplar ve tylol içermeyen öneriler olursa çok sevinirim arkadaşlar, canım bitanecik arkadaşlarım benim. Ha gucu mucu şiki şiki pikpok!

Not: Benim edebi yeteneğim 0. Hasta olduğum için değil bu saçmalıklar yani. Yoksa aaaah ah içimde neler var da anlatamıyorum.

GGY - İçimizden Biri



Yillar yili, Microsoft’un cevrimici muhabbet etmece sistemi olan mesincırı kullandık durduk. Hala da kullanmaktayiz. Gerek es & dost ile, gerekse de gereksiz insanlar ile sik sik mesincır fasilitesi yolu ile irtibattayiz…

Hic bir zaman sorgulamadik… Zaten yapi olarak, milletce sorgulamaya yatkin insanlar olmadigimiz icin; “ulan acaba, bi hinlik var midir bu iste?” diye homurdanmadik…

Ki dogrusu da bu idi zaten bizler icin. : ) Ne veriliyorsa al… :LOL:



LOL

Uc harfli bir dev. Olur olmadik yerde karsimiza cikmaktan, degil hicap duymak, aksine bazen hareketli gorsellerle LOL’layan, cibiliyetsiz, kifayetsiz bir imoşın – smayli – falan veya filan…

Laugh out loud diyor cogu kaynak bunun acilimi icin; bazısı da lots of laughing diyor… Artik herkes kafasina gore yorumlayabilir bunu; hihohoho amanın ne de guldum, ne de fena guldum; hahahahaha, zuhahaha, jaslkdjalsjdlasjd…

Bir LOL karsiti olarak, yeri gelmisken sunu da soylemek isterim, askldjasjdkalj hareketinin uyesi arkadaslar, gelin birakin su isleri… Spontane gulerim diye bir sey yok. Biraz sosyal yasama entegre olun. Misal; disarida gorustugunuz herhangi bir arkadasinizin hos bir esprisi sonrasi, sıkıyorsa alsjdalşkjsdlka efekti vermeye calisin bakalim… Nice yagizlar, nice koclar harcandi bu yolda, ama olmuyor. Bu cagri sizlere…

Fazla da uzatmadan, bu kutlu gunun en onemli sorusuna gelelim:

Peki GGY nedir? Somurgeci LOL kulturune karsi, bizleri GGY nasil kurtaracak?

GGY bir felsefedir, hatta ve hatta sayntolojist tarikatinda ayrilikci dusuncelerin baslangicinin kokeni GGY’ye dayandirilir, ancak bu ayrintiyi baksa bir yazimiza saklayalim, halkimizi fazla da merakta birakmak, biz GGY mensuplarina yakismaz…

Yabanci bir kisi ile konusuyordunuz, atiyorum siz ona düd (dude) dediniz, zaten bunu yillardir soylemek isterdiniz; o da size hey düd lol dedi…

O stresli, o katran karasi dakikalari yeniden yasadiginizi hissedebiliyorum.

- Haci iyi de LOL ne yaaa! Anama kufur mu ediyon ne diyon!


Icinizden bunlarin gecmesi kuvvetle muhtemeldir o anlarda, ancak Turk gencinin yabanci gormesi sendromuna hazil oldugumuz icin bir cogumuz, bir sey diyemeyiz. He he deriz en cok. Cesaretli yagizlar ise resti gorur, ve LOL’lamaya baslar…

Artik bitti!

Evet artik yeter diyoruz, demeliyiz. Aksi takdirde tarihin acimasiz sillesini o narin yanaklarımızda birer birer hissetmememiz isten bile degil…

LOL’a karsi GGY kulturu mottosundan devam edelim. Yukarida acilimini vermistik “L” harfi ile baslayan, su an ismini agizima almak istemedigim ucubenin… Simdi ise kutlu, secilmis GGY’mize gelelim…




Gulmekten Gotum Yirtildi

Evet dostlar yanlis duymadiniz, Gulmekten Gotumuz Yirtildi ! Somurgeci LOL iş birlikcilerine artik bizim de verilecek bir cevabimiz var ! Gururla, gogusumuzu gere gere, klavyemizin sira ile G, G, ve Y harflerini tuslayabiliriz artik…

Bu yola bas koymadan evel, omurlerini tuketmis LOL sehitlerinin ruhlari icun, bizlere gun icinde her LOL ceken zevata, GGY aşkedecegiz ! Eger insanliktan nasibini almis bir insan ise dusman, bize manasini soracak…

Ve bizler muzaffer bir komutan edasi ile, gururlu gulumsememizi takinip, düd GGY ne demek sorusuna soyle cevap verecegiz:

- Valla haci, my butt is ripped (MBIR) diyorlar ama istersen gugıldan da bir bak… Aslinda dur, sen bakmadan evvel onu da soyleyeyim, laughed my ass was tearing.

- Deme ya…

- Valla oyle, kusura bakma…


Iste zaferler boyle kazaniliyor sevgili dostlar. Belki GGY Devrimi icin daha cok kayip verecegiz. Ancak aydinliga ulasmamiz icin kimilerimizin bu yolda yanmalari, yolumuza isik tutmalari gerekiyor.

Yazıma son verirken, buyuk usta Nazim Hikmet’ten su dizeleri aktarmayi bir gorev addederim:

Ben yanmasam,
Sen yanmasan,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa ?
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır, bağır, bağır, bağırıyorum.
Koşun! Kurşun eritmeye çağırıyorum…

GGY!

Başlığın Adını Şimdiden Koyuyorum

Şimdi bir...

"Yok bir gün sinlikaflı ile konuşurken, scapula geldi, scapula'nın sıkıştırması, sinlikaflı'nın koşuşturması, vırt ve zırt..."

Bu ne Kemal? Allahaşkına bu ne!?

Bir defa niye yalan söylüyorsun? Ne demek sinlikaflı ile konuşurken? Sen sinlikaflı ile konuşmuyorsun ki, Semih ile konuşuyorsun. Merhaba sinlikaflı, ben majestie diyen adamı Mustafa Topaloğlu havada kapar. Adının ilk harfini dahi büyük yazmadığın kelimelere özel anlam yükleme. İkili üçlü atışmalardan dipsiz kuyulara gönderme beni. Dönderme burayı emoyuz.biz forumlarına yH@a!

Scapula sıkıştırır seni sonra...

İki.
İsim meselesi. Bizim isimlerimiz değil, sitenin ismi...

Benim için bu sitenin adı, "Hayalimdeki Blog" değildir. "Ben Kemal, geliyorum!"dur. benkemalgeliyorum.blogspot.com olmalıydı bu sayfanın adresi. Hayalimdeki Blog, formata uygun ancak sıradan bir isimdir. O kadar isim ürettim, beğenmediler, en son "Benden daha iyisi çıkmaz, aklıma gelen tüm saçma isimleri de buraya yazayım." dedim, ilki kabul edildi. Halbuki hiç de öyle derin düşünce aşamalarından geçmemiştim. Parlak bir fikrin ürünü değildi. Hikayesi şöyle ki; esinlenmek adına bilgisayarımın müzik klasöründe geziniyordum, nostaljik parçalardan başladım. Menü, başlat menüsü gibi, başlat çubuğunda açılıyor. Dolayısıyla en alttaki klasöre girmek en kolayı. En altta da Yeliz var. Bu Ne Dünya Kardeşim Yeliz. Derler ya öyle; Hadi Yine İyisin Tayfun, gibi... Bir beş dakikadır düşünüyorum ama başka örnek bulamadım. Herneyse. Yeliz'in şarkısı çarptı gözüme direkt olarak: "Hayalimdeki Adam". Çok da güzel şarkıdır, zaten Yeliz de güzel şarkıcıdır.

Yeliz... Ben sadece "Bu Ne Dünya Kardeşim"i bilir idim, kimin söylediğini bile bilmezdim. Annem bir gün anlatmıştı bana Yeliz'i. Uzun kumral saçları, renkli gözleri olduğunu söylemişti. Çok farklı bir ses tonunun olduğunu, duruşunun da aynı şekilde kimseye benzemediğini... Ve ben, hiç sorgulamadan, merak da edip bakmadan, yıllar boyu Yeliz şarkılarını Gülşen Bubikoğlu'nun ağzından dinledim. Kafamda canlandırdığım resim oydu. İşin ilginci, bir gün Trt2'de Bu Ne Dünya Kardeşim'in klibini görüp izlemiştim, bittiğinde hiçbir şey değişmemişti, yine Gülşen söylüyor ben dinliyordum...

Tarif edilen o değil mi ama? Uzun kumral saçlar, renkli gözler, farklı bir duruş... Filiz Akın, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik, Yeşilçam'ın dört yapraklı yoncası olarak anılır. Gülşen Bubikoğlu ve Hale Soygazi ise hepsinden güzeldir. Türkan Şoray'la bir yerde karşılaştığımda, hoş kız deyip ilgi göstereceksem mesela, Gülşen Bubikoğlu'nu gördüğüm an, allah sahibine bağışlasın derim. Ya da Hale Soygazi'yi. Aslında Filiz Akın için de geçerli ikinci seçenek, ama orada kişisel etmenler giriyor devreye. İlkini çıkar, benim hiç sarışın sevgilim olmadı, ondan belki. Çekinirim. Türkan Şoray saçını sarıya boyatsın, çirkin olur, ama ondan da çekinirim. Şu anda keşfediyorum bunu. Blog ilk meyvesini verdi. Yazarken öğrenelim 101 dersine hoşgeldim.

Yeliz'e döneyim. Daha doğrusu paravan olarak kullanayım Yeliz'i. Hülle yapayım. Konular arasında geçiş yaparken sığındığım istasyon o, görevi bu. Yeliz'in Gülşen Bubikoğlu olmadığını yaklaşık 2 sene kadar önce idrak ettim. Bir sabah programına konuk olduğunu gördüm. Ondan birkaç gün önce de Seyyal Taner konuk olmuştu, Son Verdim Kalbimin İşine Seyyal Taner... Ben de programı ilk kez o gün izlemiştim işte, Seyyal Taner için. Sonraları ise bambaşka biri için izlemeye devam ettim.
Hayatımda ilk, tek ve de sondur; bir kız için televizyon programı takip edişim. Takip etmek derken, gördüm mü izliyordum, o. Ama cidden, kız çok güzeldi. Hayal gibiydi. Sadece güzellik değil, ki zaten öyle saf güzellik çekmez ilgimi, kendine güveni, esprileri, konuşmalarıyla o salak sabah programını sunarken zekî bir insan olduğunu belli ediyordu. Salaklık yaparken, zekâsını kullanıyordu. Kimmiş diye araştırdığımda, sadece iki bin bilmemkaç yılının Türkiye bilmemkaçıncı güzeli olduğunu gördüm, başka tek bilgi yoktu. Bir de işte; bilimum yurdum genci forumundan "Şahane frikik, müthiş dans, efsane dekolte, caps var" temalı başlıklar... Programın adı Klip Max idi. Kız ise Esra Akhisarlı. Bugün Fox Tv'de eskisinden de salak bir program sunuyormuş. Belki kendisi de salaktır, olabilir tabii, bilemiyorum...

Yeliz! Yeliz o programda geleceğe dönük planlarının bitmediğinden, yepyeni projeleri olduğundan bahsetti. Sonradan görecektik ki o da salak bir müzik yarışmasının salak jüri üyesini oynayacaktı, yaptığı güzel işlerle tarih sahnesine çekilmek yerine... O gün programda eski versiyonu eşliğinde playback yaptığı, benim çok ama çok sevdiğim, o gün için "Herhalde kırkbeşlik diyarının en güzel parçası budur." dediğim Yalan'ı bugünün kurtlar sofrasında meze etti. Kuyruğuna basılmış kedilere söyletti o güzelim şarkıyı. Böylece yıllara yenilmemiş şarkılarını, günlere yedirdi. 30 sene öncesinin Yalan'ını ben bundan 3 sene önce severek dinlerken, bugün hiçbir şey hissetmiyorum. Bravo sana Yeliz. Diyeceğim ki, keşke hak ettiği değer verilseydi de bu yolu seçmek zorunda kalmasaydı. Ancak yetmişlerde arabesk rüzgârına kapılıp, hayatını da arabesk temele oturtarak basının önünde yaşamayı seçen de o. Annem bana Yeliz'i anlatırken böyle anlatmamıştı, çünkü insan sevdiğini istediği gibi hatırlar. Bugün artık benim için hiçbir anlam ifade etmeyen Yeliz'i, bundan yirmi sene sonra ben de güzel duygularla anacağım. Ama sanmıyorum ki bundan sonra "Yalan"ı eski duygularımla dinleyebileyim.

Hayalimdeki Adam ise öyle değil. Hâlâ sıcak, hâlâ samimi, hâlâ naif. Hâlâ Gülşen Bubikoğlu söylüyor.

Hayalimdeki Blog da böyle işte... Oradan oraya, mesaj kaygısı olmadan, aklımıza ne geliyorsa buraya dökülüyor...

20090727

Başlığın Adını Daha Sonra Koyacağım

1 Mayıs 2009 Cuma aslında...

Şu anda Out of the Silent Planet çalıyor. Brave New World albümünden bir şarkı. Albümdeki diğer şarkılar ne kadar şahaser ise bu da o kadar şaheser benim gözümde. Neyse buarsı müzik blogu değil, onun yeri başka . Ama aynı anda çalarken aklı kayıyor insanın, neyse.

Ben linkteki bloga yazmak için bu kullanıcıyı açmıştım ve blog oluşturma ekranı çıkmıştı, mecburi mi bilmiyorum ama öylesine oluşturduğum bir blog bu o sırada(Luck Runs Out TA!). Adı için (bkz.Metallica),(bkz.Death Magnetic),(bkz.All Nightmare Long),(bkz.bakınızların ekşisözlük ile bir alakası yok).

Buraya yazmam için Teşvik geldi, ben de uyanık gazeteci yazarlar gibi birkaç parçayı birleştirip köşe yazısı diye insanlara yutturma taktiğini burada uygulamaya karar verdim. Zaten yazı da böyle anlık geyiklerden ibaret aşağıda makale falan beklemeyin.

Sevgili Teşvik bugün yazdığı bir yazısında madde madde bir gününü anlatmış ve oradaki bir maddede şöyle demiş;

6-) Geri zekâlı şöförün bana 2 kez "müsait bir yerde durur musunuz" dedirtmesi ve 2.deyişimde yanımdaki daha da geri zekâlı bir kadının "tamam tamam duruyor" gibilerinden bir laf sarf etmesi (sorduk mu lan sürtük?).

Bu arada yazının tam ortasındaki maddeyi buraya kendi başına koyunca komik oldu. Efendim ben bu cümledeki(argo kelimeler bana ait değildir) kadının hareketi üzerine biraz genelleme yaptım ve hiçlik ile paylaşmak istedim, o da aşağıdadır,şöyle;

O zaman potansiyel iki türünü de yazarım o lafı atan kadının(en az orta yaşlı diye tahmin ediyorum);

-Ara sıra saçını boyar, güzel giyinir bir yere giderken.(yobaz gibi görünmeyeyim de) Ona göre "modernlik" o demektir çünkü, kafasının içindekiler değil "çağdaş görüntü"dür modernlik. Ama kafasının içine baksan ağır faşistlik vardır ablada, ondan olmayanlara. Muhtemelen CHP'ye oy verir seçimlerde, mitinge gider iki bayrak sallar ideolojiden anladığı budur. Herşeyin nizami olmasını ister. Gençler potansiyel düzen bozucudur, yatıştırılması gereken hayvanlardır. O yüzden her hareketleri batar dışarıda. Bu gibi durumlarda da "ay tamam tamam duydu işte a-aaa" falan derler. İşlerinden de "şu gençliğe bak ck ck ck" ederler.

-Bir diğer potansiyel abla da şöyledir. Evde oturur, muhtemelen yaşından dolayı çoluğu çocuğu vardır. Çocuğu büyüdüyse evlendirmek için uğraşıyordur muhtemelen. Dışarıya çook az çıkar, çıkma sebepleri de; çarşı-pazar,akraba ziyareti,düğün-cenaze gibi şeylerdir çünkü bu kişilerin sosyal,kültürel bir aktivitesi yoktur. 20 yaş üstü gençleri de "evlenmemiş sokaklarda sürten terbiyesizler" olarak gördüklerinden, yaptıkları her harekete tepki göstermek için sırada beklerler.

Benim amacım tabi burada üzümü yemek değil,6. maddedeki kadın bahane.

---

Bu yazıyı bir süre önce yazmıştım, ismini parantez içinde belirttiğim kişisel blog sayfamı açarken. Sonra birgün sinlikafli ile konuşurken benim bloga üye yapmayı teklif ettim kaleminden dolayı hem daha çok eğlenecektik. Geldi ve ilk yazısını yazdı, harikaydı. Sonra olaya scapula denen şahısın da katılmasıyla üçlü olmuştuk ve sadece benim için bir anlamı olan o isim yerine buraya geçtik. Ama blogu oluştururken fikir birliğine vardığımız konu olan fikirsizlik aynı. Evet Seinfeld'e özeniyorum, konusuz, fikirsiz, "konseptsiz", gelişigüzel bir blog olsun istiyorum. Plan yapıyoruz da ne oluyor? (Plan yapmayın plan!) Bu yazıyı da scapula'nın beni sıkıştırması ile yazıyorum, ilk yazının benim olması ile ilgili haklı düşüncesinden dolayı.

20090726

Hayalimdeki Blog

Mayıslar Bizim'in yaratıcısından, absürd bir komedi...

ISlim Shady

- Sıradışı bir macera. Etkisinden uzun süre çıkamayacaksınız.

Splinturan

İnsanı yaşatan ümitler gibi
Güneşi getiren saatler gibi
Gerçeğe dönüşen vaatler gibi
Hayalimdeki Blog güldür yüzümü

The Seimh